Skip to content

Terapi ve yolda olmak üzerine

Tüm hayatım gözümün önüne geliyor, bilincimin izin verdiği ölçüde ya da bilinçdışımın mı demeliyim bilmiyorum, yazıyorum ve hayatımı ileriyi anlamak üzerine kurduğumu fark ediyorum ama geçmişim, ilerimden daha yakın bir şekilde boynumda duruyor. Görmüyorum onu, kör noktada. Kimsenin aynasız kendi boynunu göremediğini idrak ediyorum o anda ama yaşam damarım da tam boynumdan geçiyor. Bakışa, Başka’ya ihtiyaç duyuyorum ve cehennemim burada başlıyor. Okuduklarımdan “diğer insanların cehennem olduğunu” hatırlıyorum, ancak bilgi dışında bunu deneyimlediğimi ve buna muhtaç olduğumu ilk o zaman anlıyorum. Onların gözlerinden bakıyorum kendime, zaten hayat boyu böyle yapmamış mıydım diye soruyorum; ilk annemin tepkilerinden kendimi tanımış mıydım, sevilir miyim, yaptığım doğru mu ilk onun gözlerinden anlamamış mıydım?

Bir zaman sonra aynayla tanışıyorum ama aynayla tanışana kadar zaten ben bir Başka’sının gözünden kendimi yarattığımı görüyorum ya da yaratıldığımı. Aynada baktığımın artık kendim değil, başkasının bana dair çizdiği kendim olduğunu düşünüyorum ama buna yabancıyım. Yabancı olduğuma da yabancı olduğumu, her şeyin bana tanıdık geldiğini anladığımda fark ediyorum. Fark etmem yetmiyor, bunu daha sonra anlamlandırıyorum. Kierkegaard’ın “hayat ileriye doğru yaşanır, geçmişe doğru anlamlandırılır” sözleri geliyor aklıma, gülümsüyorum. Zaten tekinsiz olduğunu bildiğim bu dünyada, bir de başkasının bakışıyla yaşadığımı ancak ölecek olanın ben olduğumu bilmek ürpertiyor. Gerçekten tekinsizmiş meğer diyordum ama en çok da kendim kendime tekinsizmişim. Kendimi tanımam, tanıdık yapmam gerekiyordu; aslında tanımamın bana kör noktada olduğunu fark ediyorum.

Ve tekrar muhtaçlığım geliyor aklıma, ben diğerlerinin cehenneminde için için yanmalıyım diyorum, yanmalıyım ki artık kör olan her şey kül olmalı ve ben yeniden oluşmalıyım. Ama nasıl oluşacağım? Hayat çözecek ve sınırlar mı çizeceğim, plan mı kuracak, duygularıma, düşüncelerime bir gelecek mi tayin edeceğim? Bu ancak kendimi kandırmak olur diye düşünüyorum, önce geçmişi anlamlandırmalıyım. Bu sefer Kierkegaard’ın “hayat çözülecek bir problem değil yaşanacak bir hakikattir” sözleri geliyor aklıma, doğru söylüyor diyorum, kendimi böyle tekrar oluşturamam, yaşamam gerekiyor, varlığa katılmam. Yine bir Başka’sına ihtiyacım olduğunu anlıyorum, cehennemdi en nihayetinde ve ben ona muhtaçım. Mevlana’nın “hamdım, piştim, yandım” sözleri beliriyor zihnimde. Ben de diğerleri ile ilk karşılaştığımda hamdım diye düşünüyorum, piştim ve şimdi onların cehenneminde yanmalıyım, yandım ki tekrar ham olayım, kendimi ben pişireyim, tekrar tekrar yanayım – ya da bir daha yanmamak için yanayım.

Lethe geliyor aklıma; ölüler ülkesinde unutkanlığın sembolü olan ırmak… Rivayete göre, buradan su içenler, her şeyi unutuyormuş… bu hiç var olmamış olmak değil mi diyorum kendime, soruyorum hiç var olmamış olmayı mı dilerdim ya da ben hiç var oldum mu? Deneyim yaşamam, bolca varlığa katılmam gerektiğini tekrar tekrar fark ediyorum ve yine fark etmek yetmiyor, üzerine düşünmem, geçmişimi anlamlandırmam, bana o anki sancıymış gibi gelen duyguların aslında kime, hangi Başka’ya, hangi arzuya, hangi yasaya bağlı olduğunu bilmem gerektiğini anlıyorum. Lethe’de bir sandala binip geçmişime gitmeye karar veriyorum, ham olduğum ve pişirilmeye başladığım ana. Zaman zaman Lethe cezbedici geliyor, ayartıcı. Ama biliyorum ki ölüler ülkesinde işim yok çünkü ben henüz ölü değilim, varım ve yaşıyorum. Bunu hatırlatıyorum kendime, ayartılmıyorum.

Su yerine ateşi seçiyorum, oysa hep su kulağa daha cazip geliyor ama boğulmak istemiyorum. Başkasında boğulmak, yanmaktan daha korkunç geliyor. Oradan kaçmalıyım diye düşünüyorum çünkü ben zaten hayat boyunca boğulduğumu hissettim. Bu sefer yanayım. Lethe’nin değil, beni yakacak olan Aletheia’yı, hakikati düşünüyorum ve bu bana kaygı veriyor. Zaten hep kaygılıydım diyorum ama bu kaygıların beni ne kadar boğduğunu ancak bunu bir türlü anlayamadığımı fark ediyorum. Kaygı yanıltmayan tek duygudur söylemleri geliyor aklıma, böylece kaygımın beni yanıltmayacağını hatırlıyorum, sadece gizini açmam gerekiyor. Peşinden gidiyorum, aralıyorum kapısını ve içine düşüyorum. Tekrar yanıyorum, dibi görüyorum ama ben zaten daha önce de dibi görmüştüm…

Farklı bir şey oluyor ve bu sefer o dip daha tanıdık geliyor, kendimi görüyorum, annemi görüyorum, annemi görüyorum, yaşamı görüyorum, boğulduğum anı görüyorum. Gördükçe yanıyorum, yandıkça hırslanıyorum, ironik geliyor… Tanımaya başlıyorum ve artık o kadar da korkutucu gelmiyor, biraz daha evimde hissediyorum. Hâlâ içinde olduğum sandaldaki yolculuğumda, bilmediğim ne çok şey var olmalı diye geçiriyorum aklımdan, sonra da bilinçdışı böyledir diyorum ama sadece bilgi düzeyinde… henüz deneyimlemedim. Deneyimlesem zaten bilinçdışı olmazdı. Şanslıyım ki en azından bu bilgilere sahibim; sorgulayabiliyorum, ya da şanssızım ki bu bilgilere sahibim; sorgulayabiliyorum. Yine gülümsüyorum. Irmak üzerinde ateşe dokunduğum bu yolculuk boyunca Başka’sının bakışındaki kendime defalarca dibi görüyorum; yanmak acı veriyor ama sadece yananların hakikate ulaşacağını biliyorum.