kierkegaard; "tanrı benimle ne kastetmiş olabilir, ben ne için varım burada" sorusunu merak ediyor; lacan ise annenin arzusunu anlamaya çalışırken; çocuğun doğumla birlikte; annenin gözlerinden ve ifadelerinden anlamaya çalıştığı ve bir soru olarak ortaya çıkan "che vuoi? (benden ne istiyorsun?(anne))" sorusu yönelttiğini ve anneye gizemli bir arzu yüklediğini, annenin imgesel fallusu (yani onda eksik olan fallusu/göstereni) olmayı arzuladığını varsayıyor. lacan tanrı'yı, baba-nın-adı (simgesel baba/hayır diyen baba) olarak anlatırken, çocuk, tümgüçlülükle annesini/bir noktaya kadar da kendisini tanrı konumuna sokuyor. burada hadım eden baba, anne ile çocuk arasına giren simgesel baba, tanrı'nın/yasanın adını devreye sokarak çocuğun anneye ve kendine yönelmiş tanrı algısını (yani psikozu/grandiyöziteyi) ondan alarak ona acı çektirdiği gibi psikozdan da kurtarıyor... çocuğun anneye yönelmiş cinsel arzusunu yasayla elinden alıyor. burada tanrı çok ince bir çizgide, eğer simgeselden alınıp imgesel yani her şeye kadir ve koruyucu ideal baba ya da tamamen yoksun bırakan zalim baba konumuna gerilerse psikoz kaçınılmaz oluyor.
peki tanrı bizimle ne kastetmiş olabilir, anne ne istiyor sahiden?
tanrı ((s)imgesel baba), gösteren/etken olduğunu göstermeyi arzularken; anne, gizil/edilgen tanrı olarak hayat boyu tümgüçlülüğünü sürdürüyor... yani bastırılan olanla.
belki de tanrının falluslarıyızdır... en nihayetinde onun nefesinden olduk/uzantısı. islama göre allah bizi ona kulluk etmek, onun varlığının kanıtı olmak ve ona itaat etmek için yarattı. "onun varlığının göstereni olmak"... bu önemli bir yerden.