çorap, çoğu anlar kalabalık sevmiyor, gürültüden hoşlanmıyor, aydınlık onu rahatsız ediyor ve burada olduğu gibi koltuğun altında yatıyor.
çoğu zaman ben de öyle oluyorum. sosyalleşmeyi, arkadaşlarımla olmayı, bir şeyler yapmayı seviyorum, bana iyi geliyor, eğleniyorum, keyif alıyorum, hatta ben teklif ediyorum ama ne kadar seversem seveyim, evime dönmek istiyorum, bazen birkaç saat aralarından kaçmak, sessizce oturmak, kendimle olmak istiyorum. bazen işten ya da dışarıdan gelince ne tv, ne bir ses, ne ışık... hiçbir şey açmadan saatlerce oturuyorum, düşünüyorum. o his huzur veriyor. bu nedenle bayramları pek sevmiyorum, kalabalık yoruyor, çocukken de, şimdi de, bayramda köye gidince, diğer odada bir süre sonra otururdum, ışık açmazdım, kendimle kalırdım. o bana iyi gelirdi, dinlenirdim. ailemin birkaç saat misafirliğe gitmesi bile büyük keyifti. üniversite zamanında onları çok sevsem de arkadaşlarım memlekete gittiklerinde iyi gelirdi, hatta bazen odadan çıkmadan günlerce yaşardım, öyle ki yurtta hareket halinde olmadığım için izinsize düşerdim.
zaman zaman kalabalık ailelere özensem de birkaç saat sonra kendi çekirdek ailemden mutlu olduğumu fark ederim. yalnızlığa, sessizliğe ve sakinliğe ihtiyacım çok oluyor... bu kendimi bildim bileli böyleydi, şu anda da tek yaşıyor ve bu konforu kaybetmekten korkuyorum.
çorap da evde biri varsa benim dışımda, gider koltuğun altına yatar. insan sever, biz neredeysek de o odadadır ancak sakince, köşesinde, kimseye görünmeden, karanlıkta oturur, yatar, izler... sonra ihtiyacı gelir, aramıza döner, tekrar oynar, sosyalleşir...
ihtiyaçlar böyledir, kulak vermek gerekir... çorap böyle olduğu için kimse yargılamaz, kızmaz, bizi sevmiyor, yanımızda oturmuyor demez. ama biz ilişkide olduğumuz insanlara zaman zaman böyle yaparız, bize de yaparlar. bizi istemiyor denir, bizi beğenmiyor, bencil, iyi bir arkadaş değil, iyi bir çocuk değil, bu nasıl eşlik, evlilik denir... oysa ihtiyaçtır.
ilişkilenmek kadar yalnızlık, izolasyon, tek başınalık da bir olma biçimidir.