ilişkilerimizde, tarafların kötü olmasına gerek yok, bazen sadece arzular uyumsuz olur ve bu iyi gelmez. nesneleşiriz, karşımızdakini de nesne haline getiririz.
son yıllarda özellikle modern psikolojinin fazla dile gelmesiyle, arzular, istekler, "biriciklikler" gündeme gelmeye başladı. bu istediğimiz bir şey. kendi arzumuzu keşfetmeniz gerekiyor... ama karşı taraf nerede? onun öznelliği, alanı, istekleri, sınırları nerede? işte burada kafamız karışmış durumda.
kendimize dönerken, ilişkilenmenin parametrelerini unuttuk... kendi arzumuzun peşinde koşarken, karşımızdakini dinlemeyi göz ardı ettik. ancak bir ilişkide; iki tarafın beklentisine ve arzusuna karşılıklı alan açılmıyorsa, iki taraf da sadece kendi sınırlarına özen gösteriyorsa,
taraflar ısrarla kendi taleplerini, arzularını anlatırken, karşı tarafı yok sayıyorsa, kendi öznelliğine ve sınırlarına sahip çıkıp diğerini nesneleştiriyorsa orada olmanın anlamı nedir? bu koşullar dahilinde en az karşı taraf kadar kendimiz için de nesneyiz. kendi isteklerimizi dikta edip, birbirimizin isteklerini görmezden geldiğimizde, biz her ne kadar kendimize karşı bir duruş sergilediğimizi düşünsek de o koşullarda kendini iki özne sanan nesneden başkası değiliz. oysa iki tarafın da özne olmaya ihtiyacı var. iki tarafın da duyulmaya ihtiyacı var ve bu şekilde bu olmuyor, bu nedenle birbirimizde durmanın anlamı da kalmıyor.
bu iyi gelmediği halde kalmaya devam ediyorsak, bunun örüntüsünde bir şey vardır, çözülmesi gereken tanıdık bir ilişki örüntüsü... bu nedenle ilişki kurduğumuz kişi kimin vekili bunu bulmamız ve orada kalmayı gerektiren eksikliği gün yüzüne çıkarmamız gerekiyor. terapinin gücü de burada.
görsel: barney bewick, casually dressed