insanlar olarak ölümümüzün sonrasını da bilmek ve müdahil olmak isteriz. cenazeminizi hayal eder; diğerlerinin cenazesini kıyaslar, sevilebilirlik yarışına gireriz... kimler gelmiş, kimler ağlamış, kimler üzülmüş.
kalabalık törenlerle övünürüz, arkasından "helal olsun" sesinin gür çıkması gurur vericidir!
öldüğümüz yeri, nasıl öleceğimizi merak ederiz. hatta bazılarımız ölüm olduğunda hala bir ben olacakmış gibi "kirli" ölmenin utançlığını hissederiz; bir gelenektir yola çıkarken bedenini ve evini temiz tutmak...
nerede, nasıl öleceğimizi önemseriz; ya ardımızda ölümün bile önüne geçen ağır bir yalnızlık bekliyorsa bizi, ya üzerimize 3 toprak atacak, elden ele kürek verilecek, toprak atmak için yarışacak insanlar yoksa? sanki ölümlülük yalnızlık değilmiş gibi.
ya diğerlerinin hoşuna gitmeyecek bir yerde, bir şekilde, "rezil" ölürsek? ya su testisi derlerse? bu yüzden ölürken bile "yakışanı" isteriz.
ama mahşer gününde bir anne bile çocuğunu tanımazken ölmüşken dahi öteki nasıl hala var olur içimizde? ya izletirlerse tüm günahlarımızı yargı gününde? o zaman bizi yakacak olan, yaratıcıya karşı günahkarlığımız mıdır, yoksa diğer herkesin izleyeceğinin utancı mıdır?
cehennem içimizdeki ötekilerde.