"ya herkes biraz böyle hissediyor ve sadece bundan bahsetmiyorlar... ya da ben tamamen yapayalnızım. ve bu hiç komik değil." fleabag, o kadar haklı ki...
buradaki "böyle" aslında her şey. hepimiz için farklı ama hissedilen şey evrensel, öznel olan ise deneyim. fleabag, sürekli sevişiyordu, içinde kocaman bir suçluluk vardı, o suçluluğun altında ise yalnızlık.
hiç kimse dinlememişti onu. annesi ölmüş, ablası otomatik yaşıyor, kimse inanmamış, güvenmemiş, babası kaçıyor. bir süre sonra ithaf edilen şeyler içinde buluyor kendini fleabag, çünkü güvenli alanı o; güvenilmez deniliyor, bir şeyi başaramaz.
böyle büyüdü fleabag ve ondan bekleneli yaptı, arkadaşına ihanet etti.
fleabag dizi boyunca kameraya döner ve bizimle konuşurdu ancak bunu dizide kimse fark etmezdi. yapayalnızdı çünkü. kimse onu gerçekten dinlemiyordu, hissizdi, acı bile çekmiyordu.
peder ise kameraya bakarak konuştuğunu fark eden tek kişiydi. ve fleabag pedere aşık oldu; peder onu fark etti, #fleabag de onun tilkisini...
inanmadığı halde günah çıkarmaya gitti, dinlenilmek istiyordu çünkü hep yanlış yaşadığı hissettirilmişti ona ve şöyle söyledi: "birinin bana sabahları ne giyeceğimi söylemesini istiyorum, ne yiyeceğimi, neyi seveceğimi, neyden nefret edeceğimi, neye kızacağımı, neyi dinleyeceğimi, hangi müzik grubunu seveceğimi, ne biletleri alacağımı, neyin şakasını yapıp neyinkini yapamayacağımı, birinin bana neye inanacağımı, kime oy vereceğimi, kime aşık olacağımı ve bunu onlara nasıl söyleyeceğimi söylemesini istiyorum. sadece birinin bana hayatımı nasıl yaşayacağımı söylemesini istiyorum peder. çünkü bugüne kadar ben hayatı yanlış yaşadım. ve biliyorum ki insanlar kendi hayatlarının içinde sevilmek istiyorlar. çünkü sen onlara nasıl yapacaklarını söylüyorsun ve sonunda neyle karşılaşacaklarını da. ve her ne kadar senin inandığın saçmalığa inanmasam da ve bilimsel olarak yaptıklarım hiçbir şey fark ettirmese de, hala korkuyorum, neden hala korkuyorum. bana ne yapacağımı söyle, lütfen bana ne yapacağımı söyle peder."
peder, onu dinlemişi. ama o pederdi, aşık olamazdı. fleabag, tanrı mı ben mi diye sordu...
peder tanrı'yı seçti... yasadaki, aşktaki üçüncü... tanrı yasası...
fleabag için, o acı, pederin tanrı'yı seçmesi 'it'll pass" demesi, aşk acısı bile o hissizlikten daha canlı, daha insan hissettirmişti çünkü acı, boşluk, hissizlik ve yalnızlıktan daha yaşanır hissettiriyordu.
diziye gelirsek; fleabag, varoluş açısından da psikanaliz açısından da zengin bir diziydi. dizi arkaplanda oynamaya devam ederken - neden arkaplanda oynuyor, bu da anlamlı, ama başka bir paylaşımın konusu- sadece pederin gördüğü tilkiyi fleabag'in görmesi, bilinçdışlarının kontakt kurmasıydi. fleabag'in kamera ile konuşmasını fark eden pederin, fleabag'la kurduğu ilişki de çok varoluşsal bir yerdendi. ikisi arasında geçen diyaloglar varoluşsal diyaloglardı, ikisi de oradaydı, gerçek bir ilişkiydi, akışa uygundu, ikisi de varlığa katılıyordu, iki taraf da özneydi, nesneleşen yoktu.
fleabag ve peder, her defasında çaba göstererek, varlığa katılarak, özne-özne kalarak aşkı yaşıyorlardı. tilki bir nesneydi, üçüncüydü, aşkı ortaya çıkaran bir üçüncü...
yine fleabag, peder'den, onun için seçim yapmasını istiyordu, bu ölümün belirsizliği ile ilişkili. ölüm aniden gelecek ve alacak bizi... gelecek, seçim yapsak da belirsiz olacak. fleabag buna katlanamıyordu, seçim yapmak, sorumluluğunu almak ve ölümle yüzleşmek onun için ağırdı. bu yüzden tiradında birinin benim sabahları ne giyeceğimi söylemesini istiyorum diyordu... acı çektikçe, suçluluğu ile yüzleştikçe, özgürlüğün hafifliği ile tanıştı fleabag ve var olmak artık o kadar da kötü değildi...