dünyanın yabancısı olmak…
doğuyor… tekinsiz, başkasına muhtaç bir şekilde… nasıl anlaşılacağı karşıdakinin güdüsüne/kapasitesine/merhametine bağlı, ne istediğini, açlığını, tokluğunu ağlamasından, tepkisinden anlıyor, insan ya, ona da yabancı her şey… bazen de anlayamıyor haliyle…
bir şekilde büyüyor. görünürde her şey güzel. çoğu zaman mutlu bir çocuk, gelişi güzel üç beş anı, sevgi görmüş... karşıdaki de vermiş sevgisini dili döndüğünce… o da anlatmış isteklerini kabul gördüğünce…
isteklerini dile getirmiş, yapılan yapılmış, yapılmayan yarım kalmış… olsun, olur bazen öyle.
en nihayetinde herkes en fazla bir kere doğdu, en fazla bir kere çocuktu… herkes bu dünyaya yabancı, herkes kendi derdinde.
ilişkilenmek…
dünyada var olabilmek ve o yabancılığı hafifletmek için yapılacak en önemli şey. muhtaçlığa devam.
aile, arkadaşlık, aşk…
birinin varlığı elzem. yoksa hüzün dolu bir evren. yapayalnız, adeta terk edilmiş. her koyun kendi bacağından… öyle de zaten. kimse kimseyi tanımayacak günü gelince, herkes kendini seçecek en nihayetinde, ki anlatılan dinde de böyle… öldüğünde, mahşerde herkes kendi derdinde olacak; anne yok, baba yok, sevgili yok… tüm sıfatlardan arınmış bir varlık, yapayalnız bekliyor öyle…
ve bir şair fark ediyor bunu;
bir nisan akşamını dile dökerken, mahşeri de iliştiriyor eksikliğini hediye ettiği aşkına ithafen yazdığı şiirinin sonuna; "fakat yine üzülme, müsterih ol… ve neden sonra tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede, hatırla ki mahşer günüdür, ortalığa düşmüşüm seni arıyorum…"
kimse yokken aranmak… sığınak… ne kadar rahatlatıcı… ama biraz da bencilce; doymak bilmeyen bir arzu ile…
doymayı bilmemek… ne kadar ilkel… anneyi aramak, onun sunduğunu aramak…
sığınak aslında sığamamak… ne kadar da ilkel, anneyi aramak, onun içini aramak… kimseye de sığınamamak...
varoluş mücadelesi; tüm ömür o hissi aramak...
#klein #psikanaliz #psikoloji #varoluşçuluk #heidegger #jaspers#lacan
sahne: la fille sur le pont, patrice leponte, 1999